Kutuz Hoca, yani Hafız Mehmet Kara hatıratının alt başlığından da anlaşıldığı üzere Cumhuriyet devrinde köy hocalığı yapmış bir mübarek “insan.” Meşhur İsmail Kara, Mustafa Kara ve Hüseyin Kara hocaların da babası. 1918 yılında Rize’de dünyaya gelmiş ve 2011’in sonunda vefat etmiş. Hatıratı ise İsmail Kara’nın yoğun çabaları sonucu 2000 yılında ilk kez basılmış. Oldukça sade ve ufak hacimli olan bu ilk hatırat Kutuz Hoca’nın vefatından sonra genişletilmiş ve görsel olarak zenginleştirilmiş.

Daha önceden yine Karadeniz bölgesinde ve Cumhuriyet devrinde yaşamış bir hocanın hatıratını daha okumuştum, Ali Kemal Saran Hoca. (Bkz: Omuzumda Hemençe) Dolayısıyla bu hatıratı okurken hiç yabancılık çekmedim, anlatılanlar genel manada örtüşüyor, dönemin şartları aynı oranda hissediliyor.

Cumhuriyet Devrinde Bir Köy Hocası

Kutuz Hoca daha çocukluktan itibaren çok güzel yetişen ve ömrü boyunca ilim tahsiliyle meşgul olan bir zât. Hatta hatıratından öğrendiğimiz kadarıyla evli olmasına rağmen kış mevsimlerinde çoluk-çocuğu bırakıp ilim tahsil etmek için Rize’ye arkadaşlarıyla beraber gider, aylarca kalırmış. İmamlık vazifesini ifa ettiği dönemlerde ise namaz vakitleri aralarında saatler süren yaya yolculuklara rağmen  bir mahalleden diğerine sırf ders okumak için gidermiş. Hatta imam olduğu bir köyde bu durumu eleştiren cemaat “Hoca dediğin okumuş bitirmiş olur. Bu bizim hoca hem okuyacak hem okutacak” şeklinde sitemlerde bulunurmuş.

Her hatıratta olduğu gibi Kutuz Hoca’nın hatıratında da sıradan görünen fakat o dönemin yaşantısını anlamamız için elzem olan birçok detay bulunuyor. Kutuz Hoca sade bir imam değil, demircilikten sıvacılığa, arıcılıktan sıhhiyeciliğe kadar elinden ne iş gelirse hepsini yapmaya gayret etmiş. Hatıratı okuyunca bir dakikasının bile boş geçmediğine şahit oluyoruz.

İlaveli 4. baskısında Kutuz Hoca’nın hatıralarına ek olarak evlatlarının kaleme aldığı birer yazı, ilk baskıya dair basında çıkan bazı yazılar ve hocanın vefatından sonra yazılan bazı yazılar da bulunuyor. Ayrıca kitap tam bir görsel şölen yaşatıyor. Renkli ve siyah-beyaz birçok fotoğrafın açıklamalı olarak eklenmiş olması hatıraları daha canlı yaşamaya vesile oluyor.

Kitapta dikkatimi çeken hususlar, altını çizdiğim cümleler şu şekilde:

  • Vakfın gayrimenkulü yoktu, onun için nakdî varlığı, %10 faizle çalıştırılır; köylülerden isteyenlere senet mukabili faizli borç olarak verilirdi. Faiz meselesi her zaman tartışma konusu idi, fakat vakfın daimi bir akarı olmadığı için yapılacak başka bir şey de yoktu.
  • Ben 1926 yılında kursa gitmeye başladım. O yıllarda jandarmalar sık sık baskın yapar, Kur’an okutan hocalara ve talebelerine eziyet ederlerdi. Dayak, hapis vakaları da olurdu. Kur’an ve Arapça okutmak yasaktı. Mülkî amirler ve jandarmalar da Ankara’dan gelen emirleri, belki de istenenden daha sert tatbik ederlerdi. Fakat bizim kursa geldiklerinde kapıyı açıp da Hocaefendi’yi (Hacı Hafus, Sipahioğlu Yusuf Efendi) gördüklerinde yanlış bir yere gelmiş gibi mahcup bir halde kapıyı usulca kapatır ve hiçbir şey söylemeden dönüp giderlerdi.
  • Hoca (Ahmet Kumkum Hoca) yanında torunlarından bir, bazan iki tanesini de bulundururdu. Zeki fakat yaramaz çocuklardı. Onlara hem kızar hem de “Çocukların ruhları büyük ama cesetleri küçük. Onun için ruh cesetlerini hoplatıyor, yerlerinde duramıyorlar” derdi.
  • “Evlerde Arapça dersleri okumak serbest değil ki, camilerde hocaların nezaretinde okumaya ve okutmaya nisbeten izin verdiler, biz de ondan istifade ediyoruz.” Yusuf Hoca’nın bahsettiği izin, Halk Partisi’nin son yıllarında çıkmış bir izindi ve camide olmak şartıyla, resmi görevi olan hocaların halka, isteyenlere akaid, tefsir, hadis dersleri ve ilmihal bilgileri vermesiyle sınırlı idi, Arapça Sarf-nahiv yahut medrese dersleri okutmak yine yasaktı.
  • Ramazanlık aynı zamanda bir geçim kaynağıydı. Onun için Demokratların iktidara gelmesiyle başlayan ve gittikçe artan inşaat işçiliği bizim insanımızın geçim kaynağı oluncaya kadar bütün hafızlar Ramazanlığa gider, istidatları, sesleri ve okuyuşlarına göre hesaba katılır bir miktar para kazanırlardı. Sesi güzel olan kuvvetli hafızlar yıllık nakit harçlığını sağlayacak kadar bir gelir temin ederlerdi. Sesi güzel olmayan ve hafızlığı zayıf olanlar da geçimlerine hayli yardımcı olacak bir para ile dönerlerdi.
  • Rize’de olduğum sene Türkçe ezan kararı çıktı. Ben de sözlerini ve makamını ezberledim. Çocuk olduğum için Türkçe ezan ve makamı benim için biraz da eğlence idi. Yaşlı hocaların bu işten çok rahatsız olduklarını, bir kısmının Türkçe ezan okunurken yere baktıklarını, haya ettiklerini, ağladıklarını sonraları fark edecek ve anlayacaktım.
  • Minarede idim, bir de ne göreyim, ezanın aslıyla okunduğunu duyan kadın erkek herkes camiye doğru koşarak gelmeye başladı, uzak evlerde ise insanlar avluya, balkonlara çıktılar. Bir bayram havası, bir bas’ü bade’l mevt yaşandı o gün. O zaman yasağın ne kadar rahatsızlık verdiğini ve halk tarafından kabul görmediğini farkettim. Halkın Demokratlara temayül göstermesini sağlayan unsurlardan biri de budur.
  • Bir Ramazan gecesi Cami-i Kebir imamı “Hafız, bu akşam teravihi sen kıldır” dedi ve ekledi: “Yalnız sen askersin, asker seferi sayılır, onun için yatsının farzını ben kıldırayım, sen devam edersin.” Aldığımız terbiye gereği dini hizmetlerle ilgili davet ve talepleri geri çevirmek düşüncemiz olmazdı. Son sünnet kılındıktan sonra imamın cüppe ve sarığı bana giydirmesi dolayısıyla cemaat bir iki dakika ayakta bekledi. Ön saflarda olanlardan “Hoca, bir askeri mihraba geçiriyor” diyenler de oldu. Arka saflarda olan 7. bölük komutanı bu sözleri duyunca dikkat kesilip bakmış, hakikaten bir asker teravihi kıldırmak için hocanın elinden cüppeyi giyiyor, sarığı takıyor… O bölükteki arkadaşların bana aktardığına göre ertesi gün, derste, bir askerin asker kıyafetiyle o kalabalık cemaatın önüne geçirilmesinden çok memnun kaldığını ve gurur duyduğunu söylemiş.
  • Çocuklarından şikayet eden bazı komşularına şöyle derdi: “O çocuğun suçu yok, suç onun yediği haram paradadır. Babasının haram paraları bitince göreceksin o çocuk çok uslu, akıllı biri olacak. O haram paralar onu zehirledi. Ne yapsın!”

İsmail Kara hatıratın sunuş kısmını şöyle tamamlıyor, biz de aynı şekilde tamamlayalım:

“Nihayet bu hatıratı okuyan hocazâde ve şeyhzâdelerden ısrarlı bir talebim var. Hoca ve Şeyh olan babaları veya dedeleri hayatta iseler bu tür hatırat derleme işini vakit geçirmeden mutlaka yapsınlar; elde mevcut olan yazılı evrak, belge, icazetname ve fotoğrafları neşretsinler. Kutuz Hoca, bütün ısrarlı gayretlerine ve talihinin yaver gitmesine rağmen netice itibariyle köy şartlarında yetişmiş ve o vasatta hizmet vermiş bir hocadır. Tek partili yıllarda kasaba ve şehirlerde hizmet veren, yetişen hocaların hatıralarının gerek dersler, hocalar ve kültürel çevre ve gerekse kendilerini var kılma için yürüttükleri mücadele, bu mücadelenin teknikleri itibariyle çok daha zengin ve geniş bir bilgi ve tecrübe hazinesini önümüze getireceği açıktır.

Artık şimdiden sonra biraz da hatıralar konuşsun.”


İsmail Kara - Kutuz Hoca'nın Hatıraları

KUTUZ HOCA’NIN HATIRALARI

Cumhuriyet Devrinde Bir Köy Hocası

Hazırlayan: İsmail Kara

Yayınevi: Dergâh Yayınları

Web Sitesi: dergah.com.tr

ARKA KAPAK METNİ

Cumhuriyet devrinde yaşamış, medrese eğitimi almış, dinî hizmetlerde bulunmuş hocaların ve şeyhlerin kalemlerinden çıkma hatırat ve hal tercümesi kitapları hayli az sayıda. Bu azlık, laiklik anlayışı ve uygulamaları başta olmak üzere Cumhuriyet inkılaplarının ve ideolojisinin hocalar, şeyhler ve onların etrafında kümelenen insanlar tarafından nasıl anlaşıldığı, hangi argümanlarla meşrulaştırıldığı, ne tür karşı veya paralel tepkiler gösterildiği, din eğitimi kademelerinin kimler vasıtasıyla ve hangi şartlarda verildiği, dinî hayatın nasıl sürdürüldüğü, din anlayışlarının nasıl değiştiği yahut katılaştığı… meselelerini anlamamızı güçleştiriyor.

Kutuz Hoca 1918 doğumlu bir köy hocası. Tahsili ve hizmetleri tamamiyle Cumhuriyet devrinin zor ve sıkıntılı ama aynı zamanda zevkli ve bereketli şartlarında gerçekleşmiş ve şekillenmiş. Ailesi, bütün yönleriyle tahsili, hocaları, memuriyeti, hocalığı, talebeleri, fahri hizmetleri, köyde yaşayan bir insan olarak hayatının renkli veçheleri bu hatıratta yer alıyor.

Satır aralarında kendisinin, hocalarının, meslektaşlarının dinle, dinî hayatla, din eğitimiyle alakalı meseleler başta olmak üzere dünyaya, Türkiye’ye, Cumhuriyet ideolojisine, Diyanet İşleri Başkanlığı’na nasıl baktıkları konularında önemli ipuçları da bulunuyor. Bu tür hayatlarda yumuşak fakat ısrarlı, maneviyat tarafı da olan bir mücadele biçiminin, bir var olma ve koruma tarzının ete kemiğe bürünmesi de izlenebiliyor.

Kutuz Hoca’nın Hatıraları elinizdeki dördüncü baskısıyla hacim olarak hayli büyüdü, görsellik açısından da zenginleşti, renklendi.

Yazar Hakkında

Muhammed Tutar

bilgisayar mühendisi, bilgi güvenliği uzmanı. önce okur, sonra yazar.

Tüm yazıları göster